25 Kasım 2011 Cuma

Neden Doğruları Söylemiyor Polemik Üretiyorsunuz?



 Sahabe Müslümanların gözünde vahye muhatap olan bir peygamber değil,  , masum değil, Onlar; cahiliyenin canavarlaştırdıkları  azgın bir topluluğun içinden güzel peygamberimiz Hz Muhammed’den etkilenip islamı kabul eden, 23 yıl boyunca yavaş yavaş cahiliye adetlerinden uzaklaştırılan Hz Peygamberin talebeleri, gözdeleri, sevgilileri, arkadaşlarıdır. Allah O güzel dostuna çirkin arkadaşı kötü akrabayı layık görür mü? Ona layık olmayanları da zaten, Yüce Rabbim O güzide insanın etrafından farklı şekillerde hemen temizlemiştir.  Ancak, hata yapıp sonra tevbe edip, bir merhale katlettikten sonra yine hata yapıp iki kez tövbe edip, iki üç merhale katledip belli bir süreçte kademe kademe olgunlaşan ve ona layık olmaya çalışanlar da olmuştur. Sahabe hatalarına vurgu yapan ayetlerin muhatabı sadece onlar olsaydı bugün bunların ne önemi olabilirdi ki. Oysa Tabii ki Allah ilk zaman müminlerinin en küçük hatalarını sayıp dökecekti ki bizler neyin hata, neyin çirkinlik, neyin güzellik olduğunu onlar üzerinden anlayalım  ve bizde Allah’ın ayetleri ile inşa olalım diye! Bu ayetlerin muhatabı olarak sürekli başkalarını görmek isteyenlere şaşmamak mümkün değil.! Söz konusu ayetlerin muhatabı olarak herkes kendini bir görsün bakalım ayetin neresindesiniz!? Yüce Rabbım halimize, yaşantımıza, nefsimize  bakıp da ne olduğumuzu vahiyle bildirseydi, acaba kim kimin yüzüne bakabilirdi!....
Allahın sevgili kulları gelin her harekette,  her cümlede polemiği bırakalım. Düşmanlık gözleri bu kadar kör etmesin. Haşa Allah yüce kitabında aramıza nifak sokmaya mı çalışıyor. Bu yapılanların anlamı bu değimli? Nefret islamın yok etmeye çalıştığı kötü duygu değil mi? Neden hala bu tohumlar ekilir, filizlendirilir, çoğaltılır katmerleştirilir? Hem bunu yapacaksınız hem de orada islamı ve vahdeti arayacaksınız ne acayip şey Allah’ım!
 Beğenmediğiniz acımasızca eleştirdiğiniz, küfürle itham ettiğiniz, bir sürü iftira attığınız  kişiler, Hz Peygamberin hanımlarıydı. Allah onlar sizin analarınız diyor ya! Haşa Allah kendi kendi ile çelişkiye mi düştü!?.. Allah’a saygınızı da mı yitirdiniz? Herkes kendi çirkinlerini görmüyor fitneden fesattan geri durmayıp kemikleri kalmamış insanların aleyhinde oluyorlar. Bu mu sizin dini anlayışınız!!!!? 
Ne derseniz deyin Hz Resulullah Hz Ayşe’nin dizlerinde gözlerini yumdu. Ona çok güzel şeyler söyledi. Onunla çok mutlu olduğu anlar oldu.  Etrafındakiler onun  Dostlarıydı. Akrabalarıydı. Eğer bunların hataları Allah katında affedilmeyecek idiyse o gerekeni yapar hayattayken onun tedbirlerini alır ümmetine bazılarının söylemeye çalıştığı gibi şifreli şeyler söylemezdi!. Çünkü O herkes tarafından okunsun anlaşılsın diye gönderilen yüce Kuran’ın inşa ettiği zattır.
 Pekiyi size de ne oluyor.  Sizin esas derdiniz bu değil. Nedir?
Hz Ali’ye dostluk ve muhabbetten dolayı yakın olan ve Ali Şiası denilen gruptan sonra  ortaya çıkan siyasi hareketin yani Şiacıların, Abdullah ibni sebe ile ortaklaşa yürüttükleri projede,  yani İslama Yıkma girişimlerinde  SAHABE yi önlerinde  tek engel görüyorlardı.. Kuran’a bile saldırdılar. Görmediniz mi? Kuran’dan şüpheye düşürmek için olmadık yalan söyleyip El kafi’ ve diğerlerinin kitaplarına soktular.[1] Sonra islamın   tanımındaki imameti saptırarak zerdüşlük geleneğindeki kral konumuna soktular onlar adına binlerce hadis uydurdular. Şimdi görüyorum ki bazıları farkında olmadan Allah düşmanlarının avukatlığını sürdürüyorlar.
Resullulahı yakından gören onun her türlü söz ve davranışlarını izleyen onu gelecek nesillere taşıyan,  HZ peygamberin sevdiği en güzel kuşak olarak nitelediği bir zümreye düşmanlık besleyenlerin neyi amaçladığı bilinir de, bugün inancından hiç kuşku duyulmayacak bir neslin, eski kalıntı dinozorlaşmış anlayışları aşamayıp  onların diliyle konuşmayı sürdürmesini doğrusu ben anlayamıyorum.   Birazcık aklını kullanan insan görür ki sahabeden  her birisinin islama girişi farklı farklı zaman dilimlerinde olmuştur. Dolayısıyla her birinin terbiye süreci de farklı zaman dilimlerine yansımaktadır. Onların hata yapmalarından daha doğal ne var ki. Onlar masum değillerdi ki!  İlk dönemlerinde yaptıkları hataları çabuk kavramış ve tövbe etmişlerdir. Sonra tekrar, ve tekrar. Her defasında daha büyük pişmanlıklar içinde tövbe etmişlerdir.  Onlar ilk dönem Müslümanlarıdır, elbette hataları yaşaya yaşaya öğreneceklerdi.  İslamı bir program içine koyup insanlara yüklemediler ki, bu programın gerekliliğini yapsın, hatasız yaşasınlar!. Şimdi bile islamı her yönüyle kavradım diye ortaya çıkan insanların ne pislikleri görünüyor. Başta bu fitneye alet olanların yaptıkları gibi..!  Kaldı ki Yüce Rabbim; Tevbe süresinde Ashâb-ı kirâmdan razı olduğunu ve onlar için ebedi nimetler, saadetler hazırladığını şöyle beyan ediyor:

“Muhacirlerden ve Ensardan İslam’a girmekte ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar… Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altlarından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş bu.” (Tevbe Sûresi, 100)
Acaba bu ayet hiç mi bir şey çağrıştırmıyor?. Bu ayeti okur okumaz anlam kaydırması yapanlar, başka anlamları yamamaya çalışmakla haşa Allah’ın fikrinin de mi değiştireceğini sanıyorlar!..? Doğrusu kalbi katılaşmış insanlara şaşmam da bu çirkinliğin etkisinde kalanlara Allahtan doğruyu hakkı hak bilip haktan anlamak ve gitmelerini dilerim.

Yine aynı sürede Cenâb-ı Hak sahabe-i Kirâmı överek onların İslâm uğrunda can ve mallarıyla cihat ettiklerini ifade ediyor ve kendilerini hayır ve ihsan ile şöyle müjdeliyor:

“Lâkin peygamber ve emrindeki müminler mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bunları görüyor musun, bütün hayırlar işte onlar içindir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı. İçlerinde sonsuza dek kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe Sûresi, 88-89)
Tevbe suresinin 40. ayetinde buyruluyor ki:
(Eğer siz ona (Resulullaha) yardım etmezseniz (ne önemi olur ki); ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına [Ebu Bekir’e] üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu.)
Bu ayette, Allah, Hz. Ebu Bekir’in, Resulullahın sahibi yani arkadaşı olduğu bildiriliyor. Ayette sahibini (Onun arkadaşı) diye geçiyor. Eshab, arkadaşlar demektir. Demek ki Hz. Ebu Bekir’in sahabiden olduğu âyetle sabittir.
Allah’ın bak dediği yerden bakarsanız Allah’ın görmenizi istediği şeyi görürsünüz. Aksi halde Allah’ın ayetlerini bırakır da  Kerbela hadisesinden  yüz yıl sonra Sıffın savaşı ile ilgi en çok kaynak gösterilen ve  yalancı olduğu bilinen  azılı şii Ebu Muhannef ile yine    Sahabe ile ilgili en çok rivayet eden sahabe düşmanı olarak bilinen etrafta yalancılığı ile nam salan ve azılı bir şii olan Hişam bin Muhammed bin es Saib el Kelbi ‘nin  rivayetlerine itibar ederseniz  ve bütün dini referanslarınızı bu iki yalancının sözlerinden oluşturursanız acaba sizin kitabını Kuran’ mı olur, yoksa Kurgulanmış Tarih mi?
Bugün bütün İslam dünyasında bu konularla ilgili rivayetlerin büyük bir çoğunluğu bu kişilerden gelmesinin sebebi, İslam Alimleri Hz Peygamberin hakiki  söz ve fiilerini toparlamakla  meşgulken, bu yalancıların o tarakta bezi olmaması nedeniyle dedikodu, yalan, iftira ve Abdullah İbni Sebe’ ideolojisine  yardım ve yataklık etme gayretinden gelmedir. Çünkü hakiki İslam alimleri Tarih konusunda kitaplarına koyacak fazla bir rivayet bulamadıkları için bu iki yalancıdan gelen kaynaklara itibar etmek zorunda kalmışlardır.
Merak ettiğim şudur. Sahabe ile ilgili zanda bulunmak, onların gıybetini etmek, küfür etmek, İslam adına ortaya çıkmış olan zümre ve gruplara ne kazandırır? Ve bunlar kime ve neye hizmet ederler!!!? Kaldı ki bu davranışlar  ölmüş veya yaşayanlar için  bütünüyle Allahın yasakladığı şeydir.
Ben onlarla ilgili kötü zan beslemiyorum. Varsa ki günahları elbette vardır çünkü insandırlar. Onların günahlarını Allah bana sormayacak. Affettiyse ya da affetmediyse sonuçta kıyamette şahit olacağız. Ya onlar Allahın sevdiği kullar ise, ki ben bundan eminim. Acaba düşmanlık yapanların hali nice olur!!!.?
Sahabeyi seven Müslümanların yalana teveccühü hiç olmamıştır. Hiçbir kılıfa yalanı sokarak kullanmamışlardır. Onlar Hz Peygamber adına yalan uydurmadan fersah fersah kaçınmışlardır. Bu sitede bir arkadaşı takip ediyorum. Sahih kitaplarda Hz. Ali’nin üstünlüğünü anlatan metinleri gösterirken, söz konusu kitabın nasıl önemli ve doğru bir kitap olduğunu anlatıyor. Söylediklerine katılıyorum. Ama şöyle bir çelişki yaşıyor, aynı kitabın diğer sayfalarında Sahabeyi metheden hadisleri görmezden geliyor ve kitabın sahihliği onun gözünde  orada bitiyor, Başka bir kitap da İmamı Gazali’nin bir kitabında yine bu konularla ilgili kendi anlayışına uygun bir cümleyi yada sayfayı kopyalıyor, metne ilaveler yapıyor.  O kitabın  konuyu doğru anlattığını söylüyor. Sanra da bizim doğrularımız her yerde  ispatlanıyor diyor.  Onun doğrusu da sanki başkalarını eğrisi.  HZ Peygamberimizin  Ehlibeyti Allah’ın sevgileri ve evliyalarıdır. (Bu kavramı bizler Kuran’ın anlattığı gibi geniş anlamda anlarız. Alan daraltması yapmayız.) Her insanın üstün özelliklerinin övülmesi gibi, Hz Peygamber farklı ortamlarda yanlış anlaşılan yanlış bilinen ortamlarda  bu güzel insanları savunmuş ve övmüştür. Bu övgü onların hak ettiği bir şeydir zaten bundan kimse rahatsız olamaz olmazda. Onlar bütün İslam aleminin sevgilileri. 
Lütfen hakarete, suçlamaya gerek duymadan polemiğe girmeden neden “Sahabe Düşmanısınız” 
Hz Peygamberimiz Hz Ali övdü ve Halifem olacak demişse zaten halife oldu. Hz Peygamberimiz bu konuda doğru söylemiş. Nitekim bir sefer dönüşünde Hz Ali’nin emrini dinlemeyenlere karşı Hz Ali’nin haklı uygulamasını anlayamayanlar  haksızlık edenlere, onun hakkında ileri geri konuşanlara Takıldığınız konu sıralamada mı? Bu sıralama doğru değilse Allah’ın muradı bu yönde değilse, haşa onun muradının yönünü kim değiştirebilir? Lütfen insan muhatap olduğu kişilerin biraz daha mantıklı olmasını arzu ediyor.
      http://velayetcom.blogspot.com/2011/11/m.html 

[1] CEBRAIL’IN ayettir 17.000 Kuran, getirdiği Muhammed’e hz.( Kuleyni el Kafi, c.1 s.463 ), (Kuleyni, Kafi, c. 1, s. 339341), (Kuleyni, elKafi, c.8 sç125 ).,
ElKummi elHısal, s. 83), Muhsin elKaşi, EsSafi 6. Mukaddime s),
(etTabersi, elİhticac, s.70), Kuleyni, elKafi, c.2 s.633). EtTabersi, elİhticac, s. 223).




Gerçekten bunları islam adına mı yapıyorlar

Bir ibretlik Video
Sanılmasın ki bunları yayınlamak bana zevk veriyor. Ama bu sahtekarların yüzlerinin de görülmesi gerek

        Eğer bunların islam gibi bir  gaileleri olsaydı müslümanların bugünkü halinden ibret alır birlik bütünlük içinde  islamda vahdeti sağlamaya çalışırlardı. Bütün kaynakları, güncel olaylar gösteriyor ki, maalesef bunların tek derdi şiiliği yaymak. İslama hizmet etmiş ebediyete göç etmiş Allah dostlarına iftira atmak.
      Afrika'da asyada hırıstiyanlar misyonerlik faaliyetleri sürdürürken  onların orada izini bulmak zor. Ancak düşmanlık ettikleri ve küfürde gördükleri islam erleri buğün dünyanın her tarafında çok şükür. ya onlar; yalan dolan, fitne fesat, iftira, şike, işte örneklerinden bir tanesi daha

24 Kasım 2011 Perşembe

EHLİBEYTİN SAHABEYE BAKIŞI NASILDI?


EHLİBEYTİN SAHABEYE BAKIŞI NASILDI?
Sahabe döneminin hemen sonlarında kendini şii olarak tanımlayan grupların sahabeye bakışı ile, şia  gruplarından bir kısmının özellikle on ikinci imamdan (Gayıp imam) sonra kilerinin  sahabeye bakışı çok değişmiştir.
Sonradan geliştirilen Sahabe düşmanlığı Şialığın siyasi bir inanca dönüşmesiyle akide haline gelmiştir. Bu akide mensupların mimarları her ne kadar kerbela olayından yüz yıl sonra yaşayan yalancı ve azılı iki tarih ravilerinin Ebu Mihnef Lût bin Yahya, Hişam bin Muhammed bin Said el-Kelbî [1] rivayetleriyle başlasa da  özellikle on ikinci gayıp imamdan sonra sahabeyi düşman menziline oturtmuş buna paralel ehlibeytin de bakışını tersyüz etmekten geri kalmamışlardır.  Olayın tarihi derinliklerine inerek hakikatin ne olduğu,  gerçek anlamda sahabenin Ehlibeyt tarafından nasıl gördüğü çok önemlidir.

HZ Ali; hilâfetini tanımayanlarla savaşmak üzere Basra’ya gittiğinde ona;
Ibnu’l Kevva’ ve Kays b. Ibâd şöyle sordu;
-“Müslümanların karsı karsıya gelip birbirlerini öldürmelerini sağlayacak bu gelişinin sebebi Resûlullah (s.a.s.)’in sana olan bir ahdi veya emriyle midir?”
— Hz. Ali r.a. su cevabi verdi:
“Bu konuda Resûlullah (s.a.s.)’in bana bir ahdi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana verilmiş böyle bir ahit yoktur. vallahi ona ilk inanan ben olduğum gibi, ona ilk defa yalan isnat eden ben olmayacağım. Şayet bu konuda Resûlullah (s.a.s.)’in bana bir ahdi olsaydı, Ebû Bekir ve Ömer’in onun minberine çıkmalarına müsaade etmezdim, elimle onlarla savaşırdım (Resûlullah (s.a.s.)’in emri olduğu için. Fakat Resûlullah (s.a.s.). ne öldürüldü, ne de aniden öldü. Hastalığı bir kaç gün ve gece devam etti. Müezzin ona namaz vaktini bildirmek için geldiğinde, O Müslümanlara namaz kıldırtmak için Ebû Bekir’e emrederdi. Kaldı ki, benim orada olduğumu da görüyordu.
Hanımlarından (Hz. Ebû Bekir’in kızı Hz. Aişe) Hz. Peygamber (s.a.s.)’e, bu görevi Ebû Bekir’den almasını söyleyince kızdı ve “siz kadınlar Hz. Yusuf’un başını derde sokanlarsınız, Ebu Bekir’i geçirin Müslümanlara namazı kıldırsın!” dedi. Allah, Peygamberinin ruhunu alınca, isimize baktık ve Resûlullah (s.a.s.)’in dinimiz için lâyık gördüğünü dünyamız için seçtik. Namaz, İslâm’ın aslidir; o dinin emri, dinin direğidir.
Biz (bunun için) Ebu Bekir’e biat ettik ve o bu isin ehliydi. İçimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Ebu Bekir’e hakkım eda ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri için de cihat ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim. Ölünce, yerine Ömer geldi ve arkadaşının (yâni Ebu Bekir’in) yolunu takip etti, onun gibi hareket etti.
Böylece Ömer’e biat ettik ve içimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Hiç birimiz de başkasını ona tercih etmedik. Ömer’e hakkim edâ ettim ve Ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihat ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim. Ölünce Hz. Peygamber (s.a.s.)’e olan akrabalığımı, İslâm’da önceliğimi ve selefiyyetimi ve bu ise liyakatimi düşünerek bu konuda başkasının bana tercih edilmeyeceğini sandım.
Öldükten sonra, onun yüzünden halifenin bir günah islememesi ve kendini mesuliyetten kurtarmak için Ömer hilâfeti çocuğuna yasakladı ve yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir heyet seçti ki ben onlardan biriyim. O isteseydi oğlunu seçebilirdi; yapmadı.
Heyet toplanınca, kimsenin bana tercih edilmeyeceğini sandım.
Abdurrahman b. Avf, kimi halife tayin ederse ona kesinlikle itaat edileceğine dair bizden söz aldıktan sonra, Osman b. Affan’ın elini tutarak, eline vurdu ve biat etti. Ben de isime baktım. Ona itaatim ise, biatimden önce oldu. Böylece Osman’a biat ettik. Ona hakkini eda ettim ve itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihâd ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.
Vurulunca, kendi isime baktım. Resûlullah (s.a.s.)’in iki halifesi gitmiş, birisi de vurulmuştu. Haremeyn’deki (Mekke ve Medine’deki) ve iki bölgedeki Müslümanlar bana biat ettiler.
Bunun üzerine birisi ortaya atıldı ki, dengim değil; ne Resûlullah (s.a.s.)’e olan akrabalığı benimki kadar yakin, ne ilmi benim ilmime denk ve ne de İslâm’daki önceliği benimki gibi eskiydi. Dolayısıyla ben bu ise ondan (yâni Muaviye’den) daha lâyıktım!” demiştir.

Bir başka ortamda , Deve vakasından sonra, Abdullah bin Keva, Hazret-i Ali’ye gelip, Resulullah hilafet için, sana bir şey söylemedi mi? dediğinde: (Biz, önce dindeki vazifemize bakarız. Dinin direği ise namazdır. Allahü teâlânın ve Resulünün, dinde, bizden beğendikleri şeyleri, dünyalık olarak beğenir, seçeriz. Bunun için Ebu Bekir’i halife yaptık) Buyurdu.

Sıffın savaşından önce Ali şiası denilen  ve Sıffın savaşında kendisine ihanet eden “Harici” diye adlandırılan grupla ilgili Hazreti Ali ,
“Va'd olsun ki sizi mescitlerimizden ve cihaddan gelen ganimetlerdeki hakkınızdan alıkoymayacağız”.
Daha sonra onlara İbn-i Abbas'ı göndererek yürüdükleri yolun yanlış olduğunu bundan vazgeçmelerini istemiştir. İbn-i Abbas'ın onlarla yaptığı münazaralardan sonra onlardan yarısı fikirlerinden vazgeçtiler. Kalanlarına da savaş ilan eden Hz Ali, Savaş sonunda onların bütün yaptıklarına rağmen onlarını esir etmemiş, mallarını bîr koyun da olsa almamış,
Kays b. Müslim, Târik b. Şihâb'tan naklettiğine göre. Târik şöyle diyor:
“Ali (r.a.) Nehrevan'da hâricilerin işini bitirdiğinde ben de Onun yanındaydım. Ali'ye (r.a.) denildi ki:
“Bunlar müşrik midir?” Ali (r.a.):
“Şirkten kaçtılar”.
“Münafık mıdır?”
“Münafıklar Allah'ı çok az zikrederler.”
“Peki nedir bunlar?”
“Bunlar bize isyan eden bir kavimdir. Biz de onlarla savaştık” buyurdular.
Görülüyor ki, Ali (r.a.) haricilerin kâfir veya münafık olmadıklarını aksine mü'min olduklarını açıkça beyan etmiştir.
Süfyan, Ca'fer b. Muhammed O da babası el-Bakır'dan naklettiğine göre Muhammed Bakır şöyle diyor:
“Ali (r.a.) Cemel vakasında -yani Siffin gününde- aşırı giden bir kişinin sözlerini işitince ona şöyle dedi:
“Konuşacaksanız yalnız doğru olanı dile getiriniz.”
Ortada bir topluluk vardır ki, kendilerine zulmettiğimizi iddia ediyorlar. Biz de onların bize zulmettiklerini söylüyoruz. Bundan dolayı da onlara savaş açtık.”
Mekhûl’un rivayet ettiğine göre, Ali'nin (r.a.) taraftarları, Muaviye (r.a.)'nin taraftarlarından ölenlerin durumunu sormaları üzerine Ali (r.a.):
“Onlar mü'mindirler,” cevabını verdi.
Abdul vâhid b. Ebi Avn şöyle diyor:
Ali (r.a.), Estere dayalı olduğu bir vaziyette Sıffînde vefat edenlerin yanından geçti. Hâbis el-Yemanî'yi de vefat edenler arasında gördü. (Bu zât Habis b. Rabia el-Yemânî'dir. Çok ibadet eden Ashabtandır. Muaviye (r.a.)'nin taraftarlarından olup Sıffînde şehid düşmüştür. )
O esnada Ester: Allah'tan geldik, Allah (c.c.)'a gideceğiz  hayretini izhar ederek- Ey Emirul Mü'minin! İşte Habis el-Yemanî Muaviye'nin taraftarları arasındadır. Üstünde de Muaviye'nin alameti vardır. Vallahi ben onu Müslüman zannediyordum, demesi üzerine Ali (r.a.):
“O şu anda da Müslümandır.” buyurdular.
Hz. Peygamber'in soyundan gelen  Meşhur alim Zeydi imamlardan İbn Murtaza'ın ilk dönem sahabelerinin HZ Ali’yi nasıl gördüklerini anlatır.
"Rafızilerin mezhepleri, ilk devir geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Sahabe arasında, hiç kimsenin Ali hakkında açık,' mütevatir nassdan söz ettiği duyulmamıştır. Onlar, önce Ammar, Ebu Zer, Mikdat b. el- Esved'in de Ali'nin imam olduğu görüşünde olduklarım ileri sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen bu kimselerin, Ebu Bekir ve Ömer' den teberru
Ettiklerini açıklamamış olmaları ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları, Rafızileri yalanlamaktadır. Öyle ki, onların iddialarının aksine; Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin,  Ammar  da Kufe  valiliğinde bulunmuştur. ... Ali, Ammar ve Selman" [2]
Muhammed b. Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye, birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak şöyle dedi:
“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne dediklerine akıl erdiremiyorum.”  Ebu ishak Osman'ın (r.a.) şahadetinden üç sene önce doğdu. Büyük alimlerden olan Ebu İshat uzun bir hayat yaşadı ve  H. 127 de vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun hakkında şöyle diyor:
Ali (r.a.) Kûfe'de mimberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç ve sakalıyla gördüm.
Ebu İshak'ın Kûfe'yi ilk defa ne zaman terkettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki Alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terk ettiklerini bilecektik.
Ali (r.a.), Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) methederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı) hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına rağmen Alevîler imamlarına muhalefet ederek Hicri  Birinci asırdan sonra Ebubekir  ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır.)
Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Kûfe'nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”
Ahmed b. Hanbel, Sufyan b. Uyeyne'den O da Halid b. Seleme’den, O da Mesruk'tan rivayet ettiğine göre Mesruk şöyle dâyor : “
“Ebubekir  ve Ömer'i sevmek ve onların faziletlerini bilmek sünnettendir.”
Mesruk, Kûfe'de bulunan en büyük tâbilerden idi. Tavus da aynı görüştedir. Aynı rivayet, İbni Mesud'dan da nakledilmiştir. İlk şiîler elbette Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) tercih edecekler. Çünkü Emirulmü'minin Ali'nin (r.a.):
“Bu ümmetin peygamberlerinden sonra en hayırlıları Ebubekir ve Ömer'dir.” dediği sabit olmuştur.
Bu söz birçok yollarla nakledilmiş hatta seksen ayrı yoldan geldiği ayrıca beyan edilmiştir.
Buhari yukarıdaki sözü El Hemdaniyyen (iki Hemedanlı) hadisiyle sahihinde nakletmiştir. Bu iki Hemedanlı da Ali'nin (r.a.) en samimi arkadaşlarından idi. Öyle ki Ali (r.a.) bir şiirinde onlar hakkında şöyle diyor:
Cennetin kapıcısı olsaydım,
İki Hemadaniye selametle girin, derdim.
Buhari'nin, Süfyan-i Sevri'den, O da Munzir'den (bu iki zat da hemedanlıdır) O da Muhammed b. El-Haneîiye'den rivayet ettiklerine göre, Muhammed b. El-Hanefiyye (Ali'nin (r.a.) oğlu) şöyle diyor:
“Babacığıma Rasulullah'dan sonra insanların en hayırlısı kimdir? diye sordum. Ebubekir'dir dedi. Ondan sonra kimdir? Diye tekrar sorunca; Ömer'dir, dedi.”
Muhammed b. Hanefiyye'nin naklettiği bu sözler, bizzat babası tarafından ve açık olarak minberde halka açıklanmıştır.
Yine Muhammed b. El-Hanefiyye'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Beni Ebubekir ve Ömer'e (r.a.) tercih eden birisini bana getirirlerse, mutlaka Onu iftira cezasıyla cezalandırırım.”






[1]  Hafız Abdullah Muhammed b. Osman- Ez-Zehebi, Muntaka adlı eseri Fasl-ul Hitap. Muhammed Salih Ekinci, Minhacü’s-Sünne, C:3, S:39)
         [2] (Tirmizi, Menâkib, 34).


Ali Şiasının Sahabeye Bakışı Nasıl dı?

       SAHABE DÖNEMİ VE SONRASI KENDİNİ  ŞİA OLARAK TANIMLAYANLARIN  SAHABEYİ BAKIŞI NASILDI ?
Medine döneminde Hz. Ali nin yakınında bulunan onu kişisel özelliklerinden dolayı çok seven Ali şiası denilen küçük bir grup  vardı.. Aynı dönemde bu tür yakınlıklara  Hasan şiası ya da  Abbas şiası deniliyordu. Yani   bir kişinin etrafındaki sevenlere o kişinin şiası denilmekteydi. Bu anlamda ilk şiası (taraftarı)  olan sahabede Hz Osman’dır.
Kendini Şia diye adlandıran grubun bugünkü anlaşılan biçimde ayrı bir inanç akidesi olmadığı gibi sahabeye en ufak bir kini düşmanlıkları bulunmamaktaydı. Daha sonraları  Hz Ali’nin yönetimde bulunduğu yerlerde özellikle  küfe de  Hz Ali’ye  derin hayranlık duyan bir kitle oldu. Bunların  büyük bir kısmı  Hz. Ali’yi,  bütün sahabe-i kiramdan üstün sayma, herhangi bir kimseyi kâfirlikle itham etme¬me ve Hz. Ali’yi beşeriyet üstü bir varlık kabul etmeme yolunu tutmuşlarsa da , Hz. Ali ve oğulla¬rını takdir hususunda çok aşırı gidenler de bulunmaktaydı.
İşte o dönem Şiilerinden Mutedil  Şiî olan îbn-i Ebil Hadid,  itidali elden bırakmayan ve aşırılığa gitmeyenlerle ilgili  şöyle anlatmaktadır.
«Bu meselede, düşüncelerine katıldığımız arkadaşlarımız kurtu¬luşa eren kimselerdir. Çünkü onlar, orta yolu tutmuşlardır. Hz. Ali’¬nin, âhirette varlıkların en efdali, cennette en üstün derecelisi, dün¬yada da varlıkların en üstünü, en çok özellikleri, meziyetleri ve kahramanlıkları bulunanıdır. Ona her düşmanlık eden veya buğzeden Allah Tealâ’nm düşmanıdır. Kâfir ve münafıklarla beraber, ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Ancak tevbe ettiği, Hz. Ali’yi sevdiği ve onu dost edindiği tesbit edilen kişi müstesnadır. Hz. Ali’den önce Halife olan faziletli muhacirlere gelince, değil, onlarla kılıçla savaş¬ması veya kendisine biata davet etmesi Hz. Ali onların Halifeliğini reddetse, onlara kızsa, yaptıklarını hoş görmeseydi dahi onların he¬lak olduklarını rahatlıkla söylerdik. Bunlara Resulullah (S.A.V.) ga¬zap etmiş gibidir. Çünkü Resulullah onun hakkında şöyle buyurmuştur: «Sana karşı savaşmak, bana karşı savaşmaktır. Seninle ba¬rışmak, benimle barışmaktır.»
Diğer bir hadis-i şerifte ise : «Allahım sen ona dost olana dost ol düşman olana da düşman ol.
Bir başka hadis-i şe¬rifte de: «Seni ancak mümin bir kişi sever ve sana ancak münafık bir kimse buğzeder.»
Fakat bizler, Hz, Ali’nin, ken¬disinden önce Halife olanlarının hilafetine razı olduğunu, onların peşinde namaz kıldığını, onlarla hısım olduğunu ve onların yemek¬lerini yediğini görürüz. Hz. Ali’nin yaptıklarına karşı çıkmaya ve ondan nakledilen meselelerde aşırı gitmeye hiç hakkımız yoktur. Me¬selâ : Hz. Ali Muaviye ile alâkasını kestiği için biz de alâkamızı kes¬tik, ona. lanet ettiği için biz de lanetledik. Şam halkının ve içlerin¬de bulunan Amr b. ‘Âs, oğlu Abdullah ve benzeri hayatta kalmış sa¬habenin sapık olduklarına hüküm verdiği için biz de onların sapık¬lıklarına hükmettik.
Kısaca biz, Hz. Ali ile Peygamber’in arasında sadece bir peygam¬berlik rütbesi farkını görüyoruz. Bunun haricindeki bütün meziyet¬leri, ikisinin arasında eşit görüyoruz. Hz. Ali’nin kendisine karşı çık¬tığı tesbit edilmeyen büyük sahabîlere dil  uzatmayız.
 Yine bu konuya ilişkin  Muhammed b. Hümeyd, Cerir'den, O da Sufyan'dan, O da Abdullah b. Ziyad b. Hudeyr'den rivayet ettiğine göre Abbullah b. Ziyad b. Hudeyr şöyle diyor:
“Ebu İshak Es-Sübey'î Kûfe'ye geldi. Şemr b. Atiyye, birlikte yanına gitmemizi istedi. Yanına gittik ve sohbet ettik.” Ebu İshak şöyle dedi:
“Ben Kûfe'de iken istisnasız olarak bütün Küfe ehli Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) faziletlerine inanıyor ve onları sair ashaba tercih ediyorlardı. Şimdi ise konuşabildikleri kadar konuşuyorlar. Vallahi ne dediklerine akıl erdiremiyorum.”  Ebu ishak Osman'ın (r.a.) şahadetinden üç sene önce doğdu. Büyük alimlerden olan Ebu İshat uzun bir hayat yaşadı ve  H. 127 de vefat etti. Ali'nin (r.a.) hilafeti esnasında çocuk olan Ebu İshak, Onun hakkında şöyle diyor:
Ali (r.a.) Kûfe'de minberin üstünde hutbe irad ederken babam beni kaldırdı. Onu beyaz saç ve sakalıyla gördüm.
Ebu İshak'ın Kûfe'yi ilk defa ne zaman terk ettiğini ve ondan sonra tekrar Kûfe'yi ne zaman ziyaret ettiğini bilseydik, Kûfe'deki alevîlerin Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) ne zaman tercih ettiklerini ve ne zaman terkettiklerini bilecektik.
Ali (r.a.), Küfede Ebubekir ve Ömer'i (r.a.) methederken aleviler de Tahkim (Hakem olayı) hadisesine kadar imamlarına muhalefet etmemişlerdir. Maalesef bu olaydan sonra haricîler ve onların bir fırkası olan İbâdiyye aynı istikamette kalmalarına rağmen Alevîler imamlarına muhalefet ederek Hicri Birinci asırdan sonra Ebubekir  ve Ömer (r.a.) hakkında ileri geri konuşmuşlardır.)
Damure, Said b. Hasan’ın, Leys b. Ebi Selim'den aşağıdaki, sözleri işittiğini nakleder. Leys (Leys b. Ebi Selim el-Kureyşi el-Kûfi, âlim olup İkrime'den hadis nakletmiştir. Ma'mer, Şube ve Sevri'nin hocalarındandır. Kûfe'nin en iyi âlimlerindendir. H. 143 te vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“İlk şiîleri gördüm. Onlar Ebu Bekir ve Ömer'e hiç kimseyi tercih etmiyorlardı.”

Mesela şia alimlerinden Abdulrezzak;
“Eğer Hz Ali, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i üstün tutmasaydı bende tutmazdım, Hz Osman’ı sevmeseydi bende sevmezdim.”

       Ali (r.a.), Osman'ın (r.a.) şehit edilmesinin altıncı günü olan Cuma gününde, Hz Osmanı şehit eden çapulcuların Hz Ali ye halife olması gerektiği konusundaki baskılar altında halka karsı irad ettiği bir hutbede söyle demiştir: “Ey insanlar! Dikkatle dinleyiniz. Halife tayin etme işi sizin işinizdir. Siz tayin etmediğiniz müddetçe bunda hiç kimsenin hakkı yoktur. Her ne kadar önceleri Osman'ı (r.a.) tayin etmede ihtilafa düşmüş isek de, su anda dilerseniz bu isi uhdeme alacağım. Aksi halde hiç kimseyi zorlamam .” Bu husustaki uzun bilgiyi  taberiden   almak mümkündür. Emirülmü'minin “Halife tayin etme işi sizin işinizdir, onda kimsenin hakkı yoktur. Ancak tayin ettiğiniz müstesna”
Hz Zeyd’e yapılan ihanet sonrasında taraftarlık anlayışından uzaklaşılarak taraftarcılığa yani Şiacılığa dönüştürülen bu yapı bu olayla birlikte Ehlibeyt imamları gözetiminden uzaklaşmaya başlamış,  büyük kayboluş diye adlandırdıkları olaydan sonra meydanın iyice boş kalmasıyla sınır tanımaz olmuşlardır.

Eğer sahabe bir birine düşman olsaydı,  yani Hz. Ali, Hz. Ömer’i sevmeseydi ona kızı Ümmü Gülsümü verir miydi? Allah’ın aslanı olan Hz. Ali’nin korkudan “takiyye” yapıp kızını Hz. Ömer verdiğini düşünmek en azından haksızlık olur
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde, Hz. Ömer’in kendisinin de İran seferine katılmak istemesine karşın, Hz. Ali’nin buna karşı çıkarak “Ya Ömer, sen gitme, eğer sen bu savaşta şehit olacak olursan Ümmetin başı ortadan kalkmış olur, bu da ümmete ağır bir darbe olur. Ama eğer bir kumandan şehit olacak olursa onun yerine başka bir kumandan getirilir”
 Bu dönemden sonra ihanet planlarının bir bir hayata geçirilmeye başlandığı görülmektedir. Bu konuyu dile getiren tarihi vesikalara baktığımızda alt niyetli provakatif düşüncenin amacına ulaşmak için var güçleri ile çalıştığını görmek mümkün olur. Mesela;
Hz. Peygamber'in soyundan gelen Meşhur alim Zeydi imamlardan İbn Murtaza'ın konu ile ilgili, tespitlerine bakarsak bize ciddi manada ışık tutacaktır.
"Rafızilerin mezhepleri, ilk devir geçtikten sonra ortaya çıkmıştır. Sahabe arasında, hiç kimsenin Ali hakkında açık,' mütevatir nassdan söz ettiği duyulmamıştır. Onlar, önce Ammar, Ebu Zer, Mikdat b. el- Esved'in de Ali'nin imam olduğu görüşünde olduklarım ileri sürmüşlerdir. Lakin, isimleri zikredilen bu kimselerin, Ebu Bekir ve Ömer' den teberru
ettiklerini açıklamamış olmaları  ve ikisine de, sövmemiş. (sebbetmemiş) olmaları, Rafızileri yalanlamaktadır. Öyle ki, onların iddialarının aksine; Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin,  Ammar  da Kufe  valiliğinde bulunmuştur. ... Ali, Ammar ve Selman"  Eğer bu siyasi mücadele  dini bir mücadale olsaydı  Selman Farisi hiç Hz Ömer  döneminde valilik yaparmıydı? Hz Eyüp El Ensari, Emevilerin ardına düşüp İstanbul’un fethine gider miydi?  Bu  insanlara haşa  iki yüzlülük nasıl yakıştırılabiliyor?. Doğrusu anlamak mümkün değil!. İşte tarihteki sayısız bu tür gerçeklerin anlamını saptırmak için takiyye anlayışının ortaya konduğu neden düşünülmez ki!

Hz. Ali’nin, Hz. Fatıma’dan olan kızı Ummu Gülsüm’ü Resulullah’ın halifesi Müminlerin emiri Ömer el-Faruk ile evlendirmesi, onun Hz Ali ile Hz fatıma ile bir sorununun olmadığını gösterir. Yine Hz Ali nin diğer halifeler ile arasında sağlam ve köklü bağlara delildir. Şia tarihcileri belki bunu da değiştirmeyi zamanında düşünemediğinden şii muhaddisler, müfessirler ve “masum” imamlar da bunu itiraf etmişlerdir. Mesela Kuleyni, Mueaviye b. Ammar’dan, Ebu Abdillah’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ebu Abdillah'a kocası ölen kadının iddet müddetini evindemi, yoksa istediği yerdemi geçirmesi gerekir? Diye sordum. İstediği yerde geçirebilir; zira Ali Ömer vefat edince ummü Gülsüm'ü alıp kendi evine götürdü, dedi.”
Kitabında “Ummu Kulsum’un Evliliği” diye bir bölüm ayıran Kuleyni, bu bölümde, Zurare’den şu haberi rivayet eder: “ Ebu Abdillah Ummu Gülsüm'ün evliliği hakkında, bu bizi kızdıran bir evlilik demiştir.”
Bu son cümlede dikkate değer bir husus vardır ki Şianın bütün fikirlerini ortaya koyar.  Bu da Şiacılar aslında Hz Ali ve diğer ehlibeyti önemsiyor görünse de, aslında onların sözlerine  ve tercihlerine önem vermezler.  Onlar için önemli olan söz konusu Allah dostlarının  niye kendileri gibi  tercihlerinin olmadığı ve düşünmediğidir. Sözüm ona  haşa arızalı olan  Ali ve neslidir. Bu arızayı düzeltmek için de  akide uydururlar altına imamların adını koyarlar. Metnin altında  imam yazınca hiç kimse de bunu  sorgulanmaz nasıl olsa!  Yapılan budur.
Muhammed b. Ali b. Şehr Aşun el-Mazendarani eserinde şöyle der: “ Fatıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin Zeyneb el-Kübra ve Ümmü Gülsüm el-Kübra dünyaya geldi. Ömer Ümmü Gülsümle evlendi.”
Şiilerce eş-Şehid diye bilinen ikinci kimseleri olan Zeynud Din el.Amili de şunları söyler: “Hz. Peygamber bir kızını Osman ile, diğer kızı Zeynep’i de Ebul As ie evlendirdi; bunların ikisi de Haşim Oğullarından değildir. Aynı şekilde Ali de Ümmü Gülsümü Ömer ile evlendirdi. Abdullah b. Amr b. Osman Hüseyin’in kızı Fatıma ile, Musab b. ez-Zübeyr de onun kardeşi Seine ile evlendi. Bunların hiçbirisi Haşim Oğullarından değildir”
Bu hakikatlere rağmen yani kendi kaynaklarında yer alan Hz Ömer’in Hz Ali nin kızı ile evlenmesini, Hz Osman ın Hz peygamberimizin iki defa damadı olmasını kolay izah edemediklerinden. İşlerine geldiği gibi reddetme yoluna gitmektedirler. Onlar için hakikat önemli değil. Onların kabullenmesi ya da reddetmesi önemlidir.
Sahabeye karşı azmışlığın, kudurmuşluğun ve edepsizliğin zirveye ulaştığı bu günlerde de yine mutedil insanlara rastlamak mümkün. Mesela;
Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah’ın Şii-Sünni ihtilaflarını konusunda Suudi Arabistan'ın Ukaz gazetesine 19.10.2008 tarihinde verdiği röportajda ;
       Sayın Fadlullah sizin Şia Mezhebi’nin direklerinin bile muhalefet ettiği görüşleriniz var. Mesela Kaburga kemiğinin kırılması meselesinde belki Şia tarihinde söylenmemiş bir şey söylediniz. Şia tarihinde Emir el Müminin Ömer bin Hattab’ın Hz. Ali’nin evine zorla girerken Hz. Fatıma’nın kaburga kemiğini kapı ve duvar arasında bırakarak kırdığını idea eden rivayet kabul ediyor. Fakat siz bu rivayeti reddediyorsunuz. Bu konuyu nasıl delillendiriyorsunuz.
Ben bu olayı tarih okumalarım ve tahlillerim sırasında irdeledim. Ve gördüğüm kadarıyla bu konuda aktarılan rivayetlerin çoğu zayıf olmakla birlikte güvenilir değiller. Herhangi bir tarihi olayı ele alırken onu meydana getiren arka planı iyi araştırmamız gerekiyor ki olayın doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda yargıda bulunabilelim.
Hz. Zehra’ya vurmak ya da şiddet uyguluma meselesi ise o dönemde pek tutarlı değil. Çünkü Hz. Zehra pek öyle kendisi üzerinden muhalefete baskı yapılabilecek bir konumda değil. Aksine o Hz. Peygamber’in kızı olması hasebiyle dönemde bütün Müslümanların saygı duyduğu birisi
İkinci olarak. Bu olayın olduğu sırada Hz. Ali de evde. İslam kahramanı Hz. Ali’nin karısını ve aynı zamanda bu kişi Hz. Peygamber(a.s)’nin kızı, öldürmeye çalışmalarına sessiz kalması pek doğal olmaz.
Üçüncü olarak Hz. Ali evde yalnız değil. Yanında Beni Haşim’den birçok kişide vardı. Bazı rivayetlerde Zübeyir’in de evde olduğu kılıcı ile dışarıda olduğu dışarıda kılıcını kırdıkları aktarılmakta.
Başka bir noktada Mecmaül Beyan yazarı Tabersi’nin El İhticac isimli eserinde bir rivayet var. Bu rivayette Ömer’e soruyorlar neden Ali’nin evini yakmakla tehdit ettin. Ömer bunun üzerine yaptığımı gördünüz mü diyor. Yani bu konuyu iyi bir şekilde tahlil ettiğimiz de pek de tutarlı olmadığını görüyoruz.
Ayrıca biz Hz. Zehra’nın bu konuda pek konuşmadığını görüyoruz. Bazı rivayetlerde Hz. Zehra’nın hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu anlatmak için Muhacir ve Ensar’ı gezdiğini okumaktayız. Fakat hem bu sırada hem de mescitteki hutbesi sırasında bu konudan bahsetmediğini görüyoruz. Ama bu konudan bahsetse idi daha duygusal bir hava oluşturabilirdi. Aynı şekilde Ali’nin de bu konudan bahsetmediğini görüyoruz. Bu mesele sadece Ali’nin değil sahabenin de bir yönden meselesi idi.
Ve dillendirilmesi halinde büyük bir infiale neden olabilirdi. Fakat bu mesele dillendirilmedi. Bu mesel hem rivayetler acısından incelendiğinde hem de tarih usulü açısından incelendiğinde pek kabul edilebilir görünmüyor. Ben bu meselenin doğru olduğunu kabul eden birçok kişiye sordum. Herhangi biri eşini öldürmek amacıyla ona saldırsa ne yapardın? Onu Korur muydun, korumaz mıydın? Elbette eşini korur. Şimdi nasıl oluyor da İslam’ın Aslanı Ali eşini korumak için harekete geçmiyor. Bu nedenle bu mesel bana göre kabul görecek bir mesele değildir.
Sayın Fadlullah sizi izleyen Sünni ve araştırmacı ve âlimler sizin bu tarafsız tutumunuz nedeniyle sizi çok takdir etmekten kendilerini alıkoyamamışlardır. Fakat siz olaya tam bir açıklık getirmediniz. Sizce bu olay uydurmamıdır yoksa bu konuda bazı şüpheleriniz var mı?
İbni Kuteybe’nin   aktardığı üzere Ömer’in Ali’nin evini yakma tehdidinde bulunduğu yönünde sözler var. Bu akdarıda, Ali evinin önünde toplanan ve kendisine biat etmesi için yapılan baskıya karşı evinden çıkmadı. Fakat daha sonra dumanlar evinin etrafını sardıkça evden çıktı. Hafız İbrahim Umriye kasidesinde bakın ne diyor;
Ve Ömer Ali’ye şöyle diyordu,
Bilinenden daha Ekrem, duyulandan daha büyük olan,
Bak yakıyorum evini ve kalmayacağım bununla,
Sen ve Mustafa’nın kızı biat etmezse…
Bu konuda bu ve buna benzer abartmalar var. Fakat bu konu benim için ortalamanın
üzerinde bir araştırma yapmaya değecek bir konu değil. Ben bu söylediklerimi bir fikir olarak ortaya attım.”…
Bu muhterem zat vefat etmiştir.  Şu görülecektir ki;  günümüz Şiacıları, şia baronları  fitne ve fesat  odakları, Onun bu görüşlerini  sulandırmaya, saptırmaya çalışacaklardır. Çünkü bunun örneğini nin canlı şahidiyim.   Değiştirdiler. Değiştirmeye de devam edeceklerdir.   Çünkü Şiacıların en çok yaptığı şey budur. Ölmüş insanların adını kullanarak kitap yazmak, ölmüş insanlar adına onun görüşlerini değiştirmek.  Bunlara hiç kimse şaşırmasın. Çünkü hakikati alabora eden dostlukları kine bürüyen, şia tarih böyle yazılmadı mı?
http://velayetcom.blogspot.com/2011/11/el-imame-ves-siyasenin-ibn-kuteybeye.html
http://velayetcom.blogspot.com/2011/11/m.html
-----------------------------------------------


[1] Hadisin güvenilir kaynaklardaki metni şöyledir; “Sizin barış içinde olduğunuz kimse ile ben de barışığımdır. Sizin  harpettiğiniz kimseye ben de harp acmışımdır.”
[1] Not: «Mecma’ el-Zevaid» adlı hadis kritiği kitabı, hu hadisin isnadının zayıf olduğunu söyler. Hadis, İbn-i Mâce’nİn «Mukaddime»sinin 11. ba­bında ve Ahmed tbn-i Hanbel’in müsnedinin 1. cildinin 118-119. sayfala­rında zikredilmiştir). buyurmuştur
[1] Aşağıdaki kaynaklarda bu hadisin metni şöyledir: «Münafık kişi Ali’yi sevmez. Mii’min olan da ona buğzetmez.» Tirmizî, Kitab el-Menakıb hah, 20/Nesaî; Kitab el-İman bab, 19/Müsned-î Ahmed b. Hanbel C. 6, Sh. 292)  buyurmuştur.
[1] Şerhi Nech eI-BeIağa, İbn-i Ebil-Hadid C. 3
uzatmayız.,  İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/39-41.
[1] Taberi 5/156–157
[1] (Suyûti, Tarihu’l-Hulefâ, el-Kahire, 1964, s. 177–178) Kaynak: Prof. Ihsan Süreyya Sırma, Tarih Şuuru, Seha yayınları
[1] Tirmizi, Menâkib, 34).
[1] Kuleyni, el Kâfi c.2 s.311
[1] el-Mazenderani, Menakıbu Ali b. Ebi Talib, c.3 s. 162 .
[1] el-Amili, Mesalikul Efkam c.1
[1]İbn-i Kuteybe'nin yazdığı iddia edilen "El İmame ve's Siyase kitabı kuteybiyenin diğer kitaplarıyla tezat halindedir. Hiçbir yerde ya da kitaplarında  böyle bir eseri olduğunu yazmamıştır. Bu konuda " Kadı Ebubekir İbnül Arabî “El Avasım Minel Kavasım kitabında İbn-ül Hacer el Heytemi, Tathîr’ul Cenan’ında bu eseri şiddetle tenkid etmiş ve onun İbn-ül Kuteybe’ye ait olduğuna şüpheyle bakmışlardır. Muhibiddün el Hatip de bu kitabın kötü niyetli birileri tarafından İbnül Kuteybe’ye isnad edildiğini belirtmektedir. “Muhammed Salih Ekinci”
 [1] İfrat ve tefrit zihniyetinden kurtulamayan  V…… Sitesinde  kesip yapıştırdığı her sayfada “Allah’ım benim canımı rafizi olarak al”  cümlesini,  yayınlayan  azılı bir şii, 2010 yılındaki bir tartışmamızda  “Hüseyin Fadlullah ölmeden önce bu görüşünden vazgeçip tövbe etti” dediğine şahit oldum.!
[1] Hatta aynı kişi bulunduğu savurma makamında bu gazetede yayınlanan bu metinlere inanmayız demişti. Ne garip değil mi. İmam sayılan bu zat ölmeden önce bir gazeteyle röportaj yapacak, yayınlandıktan sonra onu okumayacak, ya da onu sevenler o yayından ona söz edemeyecek!
[1] http://velayetcom.blogspot.com/2011/11/el-imame-ves-siyasenin-ibn-kuteybeye.html



Bugün kü Şia Sahabeye Nasıl Bakmaktadır.


  

Bu görüşlere katılmayan pek çok Ali şiası vardır. Onları tenzih eder özür dilerim. Ancak şiilerin bir kısmı malesef ki sahabeye çok kötü sözler söylemekte onların ne kafirliğini nede i.... koymaktadırlar. Bu düşünce içinde olanlara yazıklar olsun: Özellikle sonradan şiileşen kardeşlerim daha şiiliğin ne olduğunu bilmeden bir hisle bir heyecanla kurtuluşu orada bulurum sanmaktadır.