İMAMETİN OLUŞTURULMASINDA KAN
BAĞI
Rasulullah vefat
edince yerine Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali Peygamberlerinin
halifeleri oldular. Pekiyi, ilk seçimde sürece Hz Ebu Bekir ve HZ Ömer’in
müdahalesi olmasaydı, Hz Peygamberin cenazesi başında bulunan Hz Ali’ye
halifeliği bırakacakları mıydı? Elbette ki hayır!. Pekiyi Hz Ebu Bekir ya da
Ömer Hz Ali nin halife yapılmasını orada teklif etselerdi, kabul görecek miydi?
Yine de hayır. Çünkü Ensar'ın, halife tayini konusunda bir araya geldiği mekanda
ilk önce muhacirden kimse yoktu. Onlar kendi aralarında bu hakkın kendilerine
ait olduğunu iddia ediyor ve konuyu tartışıyorlardı. Daha sonraları Hz Ebu
Bekir, Ömer ve diğer muhacir geldikten sonra ki tartışma sürecinde Hz
Peygamberimizin “İmamlar Küreyiştendir” hadisinin hatırlatılması üzerine, Ensar
ve muhacir Hz Ebu Bekir’in halife olmasına karar vermiştir. Her ne kadar Hz.
Ebu Bekir bunu istemese de bu halka onun boynuna takılmıştır.1 Bu planlanmış bir süreç değildi. Orada yapılan makam mevki paylaşımı değil
ümmetin geleceği nin sıkıntıya düşmemesi idi. Şartlar çok kötü gelişmekteyken
onlar mevcut çözümü bu şekilde buldular.
Orada Hz. Ali olsaydı sonuç değişir miydi? Onu Allah bilir!. Çünkü bulunulan
ortamda halifelikle ilgili Hz
Peygamberimizin her hangi bir
vasiyeti konuşulmamıştı. Eğer böyle bir
vasiyet olsaydı ilk tercih vasiyet üzerine olacaktı. Olmadığı için bu hakkın
öncelikli Ensar'ın mı, muhacirin mi? Sorusunun cevabını bulmaya
yönelikti. Sonuç bu. Bu süreç i akıl oyunlarıyla bulandırmaya çalışmanın
kimseye bir faydası yoktur. Ancak fitneye malzeme sağlamaktan başka.
Ama hem sahabenin onay verdiği, hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin, biraz
gecikmeli de olsa onayladığı, Resullahın halifelerini, ne acı ki, daha
sonraları Ali adına reddetilmişdir. Bununla da kalınmayıp, bütün bir tarihi,
hadis külliyatını, ve tefsirleri bir ideolojiye dönüştürülen anlayışa göre
dizayn edilmiştir. Nasıl mı?
Şia gruplarından bazıları önceleri normal alim bir İmam
olarak kabul ettikleri ehlibeyt mensuplarını daha sonraları, aşağıda
belirtildiği üzere safavi geleneğinin devamı konumuna getirerek söz
konusu imamları masumlaştırıp büyük yetkilerle donatmışlardır. Peygamber torunları, yönetimin baskı ve zulmüne karşı, kuvvet oluşturma durumlarında
zaman zaman bunlarla bir araya gelmiş olsa bile bunların niyetlerini öğrenip ne
yapmaya çalıştıklarına şahit oldukça onlardan beri olmuşlardır. Bu kondu gerek
Muhammed Bakır gerekse İmam Cafer’in çok açık sözleri mevcuttur. Bu anlamda imamları kendi yanlarında
göremeyen şia, süreçleri masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye
başlamışlardır. Bunun kolaylığı onları şımartmış, imamların fikirlerine bir
daha itibar bile etmemişlerdir. Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş, hem
de mevcut iktidarlarla savaşa girmek
istemeyen ehlibeyt mensuplarını, pasifize ederek onun adına iktidarı ele
geçirmek için siyasi mücadeleyi yürütmüşlerdir. (Bunları Hz Ali’yi ve ehlibeyti
kan bağından ya da ırkiyat den dolayı değil de onları kişisel özelliklerinden
ve Hz Peygamberin yakınları olduğundan dolayı seven ve kendilerini şia olarak
tanıtanları bir tutmamak gerek.) İslami bilgiden yoksun hissi melankonik bir anlayışla kendi geleneklerini İslama yamamak isteyen, Muhalif siyasi anlayışlarını dini ayrıcalık haline getiren, tarih, hadis ve tefsiri bu anlayış üzere
kurgulayanları kısaca Şiacı olarak tanımlarsak mesele daha kolay
anlaşılacaktır. Çünkü bunlar
çıkarları uğruna insanların içini acıtan destanlar ve tarih üretmiş,
bu yetmemiş hadis uydurmuşlardır. Senoryalarını doğrulamayan reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için
de farklı şekillerde Kurana iftiralar
atmışlardır.2 Söz konusu kaynaklara
bakıldığında dudakları uçuklatacak türde yalanlar iftiralar ve saptırmalar
olduğu görülecektir. Bunlar tutmayınca da ayetleri yanlış tevil ederek uydurma
yorumların adını İmam sözleri olarak yaymışlardır.
Bizim konumuza esas olan grup hakiki şia değildir.
Onlara hiçbir sözümüz yok. Onlar iman ehlidir zaten.
Kültür ve gelenek
ve siyasi ikballerini din ile karıştırarak hakikatlerin önünü yüzlerce yıldan
beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan, farkında olarak ya da
olmayarak, İslam bölmeye çalışan, daha kendi içinde birlikteliği sağlayamadan,
İslam alemine savaş açan, zihniyetedir,
bütün inananların sözü…
Şiacılar ilk
siyasallaşmaya başladıklarında dışarıya karşı kendilerini saklama ihtiyacı
duyarak farklılıklarını saklamışlardır. Kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğü
hazmedemeyip karşı çıkanca durumu kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını ilave etmişlerdir.3 İmam Sadık’a nispet edilen “takıyye benim ve
atalarımın dinidir! Gibi Hadislerle kurumsallaştırmışlardır. Bu yetmezmiş gibi
imamların halk içinde söyledikleri söz ile,
Şiacıların İmamlar adına söyledikleri
aynı konudaki sözlerin bir birinden
farklı olmasını sorgulayanlara da, “imamlar halkın içinde Takiyye yaptığı için
farklı konuşuyor” diyerek imamları iki yüzlü konuma sokmuşlardır. Bununla
ilgili hadisleri Şianın Takiyye Anlayışı mevzuunda anlatılmıştır. Sonuç olarak, masum insanları yüzyıllardır
ürettikleri yalanlarla, imametin masumiyeti ilkesiyle aldatmışlar, fitneyi her alanda her konumda Takiyye altında kullanmışlardır.
Bu süreci bütünüyle incelediğinizde bu yapılanmanın uzun
vadede ve çok planlı bir şekilde devam ettiğini görürüz.
Hz Hasan’dan sonra imam olarak onun çocuklarından biri değil de, neden Hz Hüseyin İmam olmuştur? Eğer, imamlık
kardeşten kardeşe geçiyorsa daha sonraları bu süreç neden böyle devam
etmemişte, babadan oğula geçmeye başlamıştır!?.
İmamette maksadın biri de imamların devlet başkanı olmasıysa, imam
seçiminde buna neden dikkat edilmeyip, Hz Hüseyin’in diğer hanımından olan
cesur ve atılgan oğlu Ömer değil de,
kasınıye muharebesinde ölen İran Kralı Yezdicet’in kızı şehrebanu ile evliliğinden doğan, yapısı itibariyle yumuşak Zeynel Abidin diye
bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir. Çünkü
Zeynel, eline kıyam için birçok fırsat geçmesine rağmen
Şiilerin amacına yönelik kılını kıpırdatmamıştır. O dönemde Medine halkı Yezit’e isyan ederek
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.4 Bundan başka İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir
devlet kurmuştu. Dikkate değer başka bir
şey ise, Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta
Muhtar Es-Sekafi tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül
etmişti.5 Bütün bu fırsatlara karsın Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek
Medine’den çıkmamış, yönetime en ufak bir isyan girişiminde bulunmamıştır.6
Denilmektedir.
Oysa şia inancında imamların imametin gereği iktidarın başında olması
gerek çünkü devlet ancak onlarla yönetilmelidir. Acaba Allahın sevgili kulu Zeynel
bu konuları Şiacılar kadar bilmiyor muydu da, onların amaçlarına hizmet etmedi!
Araştırmalarımın bütünde gördüğüm Hz Zeynel,
önüne bir çok fırsat geçmesine
karşın ne şii devletinin kuruluşunda onların yanında yer almış, ne de kendi
başına da siyasi bir eyleme geçmiştir. Siyasi Şiacılarla, imamların bir
alakasının olmadığını buradan da anlamak mümkündür. Zeynel, kerbela’dan sonra
ölünceye dek Medine’de yönetimin baskı ve
zulmünden fırsat buldukça zamanını, fakirin fukaranın ihtiyaçlarını
gidermeye ve ibadete ayırmıştır. Bilmedikleri biri tarafından kapılarına
ihtiyaçlarının konan fakirler, ihtiyaçlarının gelmediği gün, Zeynel’in ölüm
haberini almalarından sonra yardımı kimin getirdiklerini anlamışlardır. Böylesi
takva ehli Allah’ın evliyası Emevilerin zulmüne karşın bile Şiacıların yanında
yer almamış ve kendini imam ilan etmemiştir. Çünkü onun imamet anlayışı
Şiacıların içini doldurduğu bir anlayışla bir değildi.
Zeynel’in
yönetimden gördüğü sıkıntılarına zerre kadar ilgi göstermeyen Şiacılar,
Onun adını kullanarak devlet kurmayı ve yönetmeyi ihmal etmemişler, yönetimin
başına da getirmeyi her nedense düşünmemişlerdir. Mesela şii Fatımi devletinin başında
hiç bir imam var mıdır?
Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verilmiş
olsaydı Zeynel, bu fırsatları kullanır, Allahın emrine itaat eder, zulümle başa
baş dişe diş mücadele edebilirdi., Ancak Şiacılar tarafından Zeynel’in
rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi: Hz Muhammet’in değil, son İran
şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte
Safevi kökenli Şiiler, Zeynel Abidin
ve onun çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna koymuş, imamet yetkilerini kralın
yetkileriyle örtüştürerek Zerdüştlük geleneğinin devamı haline getirmişlerdir..
Zerdüştlükte “kralın kararları ve
yasaları bizzat tanrının vah yetmesidir. Bundan dolayı memleketin kanunlarının
temeli tanrısal bir iradeye dayanır. Bu kanuna karşı gelmek, ilahi iradeye
karşı gelmektir”. İmama karşı gelmekte aynen öyledir. İmamların masumiyeti düşüncesinin Fars
diyarında (İran) ortaya çıkışı ile
bugüne değin halen varlığını sürdürmesi, aynı zamanda Ömer düşmanlığının orada yeşertilmesi
tesadüfî değildir. İranın yanında Irak da, eski medeniyetlerin birleştiği bir
yer ve Irak'ta Fars ve Keldanî ilimleri ve bu milletlerin medeniyet kalıntıları
bulunuyordu. Ayrıca bu ilimlere Yunan felsefesi, Hint düşünce¬si katılmıştı. Bu
medeniyet ve düşünceler Irak'ta birbirleriyle yoğruldular. Böylece Irak, îslâm
fırkalarının birçoğunun meydana geldi¬ği bir yer olmuştur. İmamet ve
yetkilerinin ilhamı bu kültürden geçmedir. Bu ırki yakınlığın dışındaki her
hangi bir ehlibeyt mensubu imam olamaz,
kabul da etmezler. Bu böyle söylenmezse de uygulama budur. Neticede
bugün 12 imam adı ile tanımlanan kişilerin hepsi bu ananın çocuklarıdır. Yine onlara göre her dönemde bir imam
olmalıdır çünkü örnek aldıkları
zerdüşlükte kral bir tanedir. Yetkilerini kimseyle paylaşmaz. Ancak,
Zeyd ‘e göre aynı dönemde birden fazla imam olabilir. İmam olan kişi,
imamlığını ilan etmesi gerekir. İmam Bakır’a göre babası Zeynel Abidin bir kere bile imamlığını ilan etmemiştir. O zaman İmam
Zeyd’in görüşünden babası Zeynel Abidin
imam olmadığı ortaya çıkmaktadır. Durum böylesi karışıktır. Bu görüşlerin bir
birine uymamasının sebebi İmamlığın önceden tarif edilmiş net ifadesi
olmadığıdır. İmametin; Adalet, İlim, takva ve züht’ün hayat haline getirmesiyle
kendiliğinden ortaya çıkan bir durum olduğudur.
Yoksa birilerinin imam tayin etmesiye ifadesini bulacak bir olgu
değildir. İmam Zeyd’de İmam
Muhammed Bakır’ zamanında imamlığını ilan etmiş, zulme baş kaldırmış,
savaşı kazanmaya ramak kala kendilerini şia olarak adlandıran gruplar Zeyd’e Ashap düşmanı olmadığı için
ihanet ederek7 Rafizi olmuşlardır. Yine İmam Cafer zamanında kardeşi Abdullah
kendini imam olarak ilan etmiş
fakat uzun yaşamamıştır. Abdullah ve
Zeyd’in imamlığını ilan etmesi aslında Şiacıların imamet konusundaki teorilerinin tamamen uydurma olduğunun da
delilidir. Eğer imamet vasiyet yolu ile gelmiş olsaydı böylesi seçkin ilme
sahip ehlibeyt mensupları kendi babalarına ya da kardeşlerine karşı imamlık
iddiasında bulunmazlardı. Yine imamet
teorisinin İslamla alakası olmadığını, Hz Hasan’ın torunlarından büyük alim
Hasan el Müsenna’ şu görüşüyle ifade etmiştir. “ Dedem Hz Peygamber’den yine
dedem Hz Ali’ye halifelik konusunda her hangi bir vasiyet olmamıştır”.8
İmamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda tarihe
baktığınız zaman, Hz Hüseyin sonra tamamen bir ırkiyata yani Allah resulünün
nübüvvet mirasının kan bağı yolu ile geçtiği inancıyla oluşturulan imamet teorisinin hakikate dönüştürüldüğü görülmektedir. Ebu talib’in kurtarılma
çabaları, Hz İbrahim’in esas babasına
“babası değil amcasıdır”, Çünkü o günlerde amcaya baba denirdi” gibi
Kuran metnini yalan yanlış tevil etmeleri
de bunun bir devamıdır.!
Netice itibariyle Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden
halifeliği devretmesi, Hz Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel
Abidin’in kıyama girişmeyip bütün ömrünce dua ile geçirmesi (“dua ile kıyam “)
İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp ilimle uğraşması, gibi. Diğer imamların
hayatlarında öne çıkan davranışları ile
Şiacıların onlara biçtikleri alan birbirine uymayınca bunu da izah etmek için yeni bir yöntem
geliştirmişlerdir.
Masum imamların bu
davranışlarını kafalarına göre yapmadıklarını taraftarlarını ikna etmek
için, şu hadisin uydurulduğuna şahit oluyoruz.“ Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir;
Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı
metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail
dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in
ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan
ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü
açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları
kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur.
Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....”9 Haşa Allah’tan gelen bu vasiyetten sonra
hangi şia bu hususları tartışabilir?
İmamlar adına uydurulup da altına imamlardan her hangi birinin adının
konularak Kuleyni’ nin kitabında yer
alan sayısız haberlere kim itiraz edebilir!.?
Kuran’ın, İmamette ırkiyati ya da kan bağını değil de, iman’ bağını öne çıkarmasına bunu
da apaçık ilan etmesine rağmen, Kuran’ın
gerçeğine değil uydurdukları hadislere ve yalan
yanlış tevillerine itibar etmeye devam etmişlerdir. Mesela Hz. Nuh’un oğlu iman etmedi ği için. “ O çocuk Nuh’un çocuğu değildir”. Diyerek Hz. Nuh’un karısına zinadan
peydahladığı iftirasını yaparlar. Sözün
kısası kendi teorilerinin ardında durmak için önlerinde hiçbir engel
tanımazlar!. Haşa Kuranı bile! Kuranda
vasiyetle ilgili ayet çıkartılmıştır görüşleri meşhurdur.
Sonuçta bu. inanç
için asıl olan “vasiyet”tir.! Kim ne diyebilir? O zaman sorabilir misiniz, Hz
Hasan’ın çocuklarından birisi neden imam olmadı? Zeynel Abidin hayatı boyunca
elinde onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii devletinin
başına neden geçmedi?! Çocukken ölen, ancak bakıcıları
tarafından devletçe ödenen parayı almaya
devam etmek için öldüğü saklanan, daha sonra bunun açığa çıkması üzerine,
mağarada kaybolduğu ilan edilerek durumun kurtarılmaya çalışıldığı on
ikinci imam hikayesini kim sorgulayabilir?......
Neden imamlar imametin gereğini yerine getirmediler?
Sorusuna hazırlanmış cevap, imamlar
kendiyle ilgili vasiyeti açtı baktı orada ne yazıyorsa onu yaşadı!
Farklı bir soru
sorabilir miyiz?
Bu vasiyetten Hz Zeyd’in, Abdullah’ın haberleri var mıydı?
Galiba yoktu.
Eğer olsaydı mevcut davranışlarını sergilemezlerdi.
Görülüyor ki
imamların kim olacağı konusunda uydurulan vasiyet tek başına sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı?
Bu sefer Kuran’a müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet
bulup tevil ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt
konusuna da netlik getirilmiş olur!.
İşte Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El Kâfi’
si. Bu sorunu da çözmüş görünüyor.10
“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha
yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre
birbirlerine daha yakındırlar.”11 ayeti kimin hakkında indi?” diye sordum. Buyurdu
ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den sonra, onun
çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete ve
Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha yakanız.”
Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” “Hayır.” dedi.
“Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye sordum. “Hayır.”
dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.” hepsi için “Hayır.”
diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir daha yanına
girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum,
“Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir
Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”
Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan
çocuklarını kasteden ehlibeyt kavramından, önce Hz. Muhammet’in eşleri, sonra
duruma ve koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha
sonra Hz. Ali ve Fatma soyu iyice daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiştir. Haşa zaten Hz. Hasan’ın kabahatli biriydi!
İmameti muaviye ye vermekle. Onun soyunu da fazla uzatmadan bitirmek gerek!. En
sonunda Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının kızı vasıtasıyla gelen Zeynel
Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi olarak kalmıştır.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle
şekillendirilir. Diğer İslam alemi bu konuda sınıfta kalmıştır!. Ne
yapmıştır. Hadis imamları sağlam ravilerden topladıkları
katışıksız rivayetleri, Şiilerin
işlerine yarar ya da yaramaz her hangi bir ayrım akıllarının ucundan bile geçirmeden
kaynaklarına almışlardır. Doğruyu yalandan ayırmışlar ama Şiacılar gibi iyi bir
kurgulama yapamamışlar! Buna rağmen
Şiilerin işine yarayan bir işi yapmaktan da
geri kalmamışlar. Yalancı ve koyu şia olarak bilinen kişilerin tarih
rivayetlerini kaynaklarına almışlardır.
Sonuç. Şiacılar; siyaseti yürütürken de, din kuralları
koyarken de, imamların görüşlerine hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl
geldiyse mevcut ortamda durum nasıl kurtarılabiliniyorsa öyle davranmışlar. Dini yaşam içinde çok güçlü
gösterdikleri “imamet”, onlar için
sadece kukla olarak kullanılmıştır.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
1Prof Dr. Muhammed Hamidullah “İslam
Peygamberi 2.cilt
2 Kuleyni,
Kafi, c. 1, s. 339341, Kuleyni, elKafi, c.8 sç125, ElKummi elHısal, s. 83)
Muhsin
elKaşi, EsSafi 6. Mukaddime s, etTabersi, elİhticac, s.70, Kuleyni, elKafi, c.2
s.633, EtTabersi, elİhticac, s. 223.) vb
3 Tefsîru’l-
Hasen Askerî 162, Usûlu’l-Kâfî 2/219, Kafi c:2 s. 217–219–222)
4 Tarihi,
Taberî, c. 7, s. 3 -13; İbn-i Esir, el
kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216; İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388)
5 Taberi,
Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil
c. 4, s. 112-116).
6 İbn-i Sa'd-Tabakat
c. 5, s. 21
8Ebubekir
İbni Arabi’nin el-Avâsım mine'l-Kavâsım kitabı
9 Kuleynî,
Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
10 El Kafi,
753 nolu hadis
11 Ahzab 6)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder