28 Eylül 2009 Pazartesi

şiacılar sahabe içinde kamufle olmaya calışan münafıkları neden görmek istemezler?

Münafıgın Suresinin Muhatabı Ashabı Kiram mı?




Eshâb- ı kirâmı“ aleyhimürrıdvân” kötülemek için, vesîka olarak bildirdiğin âyet-i kerîmelerin hepsi, münafıklar için gelmişdir. Bunda, kimsenin şübhesi yokdur. Hattâ, Şî’îler de, böyle olduğunu sözbirliği ile söylemekdedir. Münafıklar için geldikleri bilinen bu âyet-i kerîmeleri, âyetler ilemedh-u senâ edilen Eshâb- ı kirâma“ aleyhimürrıdvan” bulaştırmağa kalkışmak, böylece, O büyükleri lekelemek istemek, adâlete ve insâfa sığmaz. Önceleri, münafıkların sayısı çokdu. Sonra, azalmağa başladı. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin, ömr-i şerîfinin sonuna doğru, münafıklar, doğru olan mü’minlerden ayırd edildi. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân suresinin yüz yetmişdokuzuncu âyet-i kerîmesi ile, Tayyibleri habîslerden ayırt eyledi. Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz hazretleri, (Ocaktaki ateş, demiri, pislikten ayırdığı gibi, Medîne de, insanların iyisini, kötüsünden ayırıyor) buyurdu. [Ya’nî demircilerin kullandığı ocak, yüksek fırınlar, demirdeki cürûfu, gang denilen kötü maddeleri ayırdığı gibi, Medîne şehri de, insanların kötüsünü iyisinden ayırır buyurdu.] Bunun için münafıkları bildiren âyet-i kerîmeleri Eshâb-ı kirâma yüklemek, nasıl doğru olur? Âl-i İmrân suresinin yüzonuncu ayetinde meâlen, (Siz ümmetlerin en hayrlısı, en iyisi oldunuz) buyuruldu. Bu âyet ile, Allahü teâlânın medh-u senâ buyurduğu kimseler, nasıl olur da, münafıklarla bir tutulur?
Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmı, birçok âyet-i kerîme ile övdü. Tevbe suresinin ellidokuzuncu âyetinin (Havâric) kabîlesinin reîsi (İbni zil Huvaysıra bin Zuheyr) için geldiğini bütün tefsîrler yazıyor. Bu âyet-i kerîmeyi Sahâbe- i kirâma“ rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yüklemek, ilm adamına yakışmaz. Buhârî-yi şerîf kitâbında, bunu açıklayan yazıları burada söylemek yerinde olur. EbûSa’îd-i Hudrî“ radıyallahü anh” diyor ki, Resûlullah“ sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin yanında idim. Mubârek nurlu yüzünü görmekle lezzet alıyordum. Kendisi, Huneyn gazâsında kâfirlerden alınan ganîmet mallarını dağıtıyordu. Benî Temîm aşîretinden Huvaysıra kapıdan içeri girdi. (Yâ Resûlallah! Adâleti gözet!) dedi. Resûlullah“ sallallahü aleyhi ve sellem” (Sana yazıklar olsun! Ben adâlet yapmazsam, kim yapar? Adalet üzere olmasaydım, çok zarar ederdin!) buyurdu. O sırada, Eshâb-ı kirâmdan Ömer-ül- Fârûk “radıyallahü anh” ayağa kalkıp, (Şu câhili öldürmeğe müsâade buyur) dedi. (Bırakınız! Çünki, bu adamın arkadaşları vardır. Sizin gibi nemâz kılarlar. Sizinle birlikde oruc tutarlar, Kur’ân- ı kerîm okurlar ise de, Allahü teâlânın kelâmı boğazlarından aşağı inmez. Bunlar, ok yaydan çıkdığı gibi, dinden dışarı çıkarlar. Okuna ve hedefe ve şişeye bakınca, hiçbirini göremez. Hâlbuki, ok şişeye varmış, delmiş, kanı akıtmışdır. Bunların içinde bir kimse olacakdır ki, rengi siyâhdır. İki kolundan biri hayvan memesi gibidir. Durmadan damlar) buyurdu. EbûSâ’id- i Hudrî diyor ki, hazret-i Alî“ radıyallahü anhümâ” halîfe iken, hâricîlerle muhârebe etdi. Esîrler arasında, böyle bir adam gördük. Tam, Resûlullah efendimizin bildirdiği gibi idi. Buâyet- i kerîmenin inmesine sebeb, münafıklardan Ebülhavât adında birisinin (Ey arkadaşlar! Sâhibinize niçin bakmıyorsunuz! Size mahsûs olan eşyâyı, koyun çobanlarına vererek adâlet yapdığını göstermek istiyor) demesidir denildi.
Mücadele suresinin sekizinci âyeti de, yehûdîler ve münafıklar için inmişdir. Çünki bunlar, mü’minlerden gizli olarak, aralarında toplanır ve göz, kaş işâretleri ile, Eshâb- ı kirâmı aldatmağa çalışırlardı. Mü’minler, bunların başlarına ağır bir felâket geldiğini, acılarını kimseye duyurmamak için gizli konuşduklarını sanarak bunlara acırlardı. Fekat, böyle gizli konuşmaların uzun zemân sürmesi, bunların içlerini ortaya çıkardı. Eshâb-ı kirâm“ aleyhimürrıdvân”, kötü niyyet ile yapılan bu gizli toplantılara son verilmesi için, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize şikâyet etdiler. Böyle toplantılara son verilmesini emr buyurdu. Fekat, münafıklar dinlemedi, hiyânetlerine devam etdiler. Bunun üzerine, Mücadelee suresinin sekizinci ayetinde, meâlen (Gizli toplantı yapmaları yasak edilenleri görmedin mi? Bunlar, yasak edildiği hâlde, yine gizli toplandılar. Günâh, düşmanlık ve Resûlullaha karşılık için toplanıyorlar) buyuruldu. Bunların yasak emrini dinlemeyip, yine toplanmaları, Resûlullaha karşı gelmekdir.
Mücadelee suresinin sekizinci ayetinde meâlen, (Sana selâm verdikleri zemân, Allahü teâlânın, seni selâmladığı gibi vermiyorlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerîmede yehûdîler azarlanmakdadır. Yehûdîler, Resûlullahın yanına geldikleri zemân, (Size selâm olsun) yerine, (Size sam olsun) derlerdi. Resûlullah“ sallallahü aleyhi ve sellem” de (Size de olsun!) buyururdu. Emin olmak, korkusuz olmak demek olan selâm yerine, ölüm demek olan sam derlerdi. Böylece, yaratılmışların, geçmiş, gelecek bütün insanların en üstünü olan Fahr- i kâinâtı aldatacaklarını sanırlardı. Kendisinden ayrıldıkdan sonra, aldatdıklarını, eğer gerçekden Peygamber olsaydı, bu kötülüklerinden dolayı, kendilerine azâb gelmesi lâzım olduğunu söylerlerdi. Bunun içindir ki, bu âyetin sonunda, (Hesâblarının sonu Cehennem azâbıdır) buyuruldu. (Buhârî) kitâbında diyor ki, yehûdîler, Peygamberimiz“ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimizin huzûruna geldikleri zemân, kötü âdetlerine göre, şübheli, bozuk selâmlarını söylerlerdi. Âişe “radıyallahü anhâ” bunu anlayıp öfkelendi. Resûlullah efendimiz, öfkelenmenin yeri olmadığını, (Size de olsun!) dediğini, düâsının kabûl buyurulduğunu söyledi.
Münâfıkûn suresinin birinci ayetinde, (Münafıklar, sana geldiği zemân) kelâmı, Abdüllah bin Selûl ve arkadaşlarını göstermekdedir. Eshâb-ı kirâm ile hiçbir alâkası yokdur.
Muhammed suresinin onaltıncı ayetinde meâlen, (Onlardan, seni dinleyenler, yanından çıkdıkları zemân...) buyuruldu. Bu âyet- i kerîme de, münafıklar için gelmişdir. Münafıklar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında bulunup, sözlerini işitirler ise de, anlamak istemezlerdi. İmâm-ı Mukâtil [Belhlidir. 150 de Basrada vefât etdi.] tefsîrinde diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbede, münafıklara nasîhat verirken, onlar anlamamazlıkdan gelerek, Abdüllah ibni Abbâsdan sorarlar, (Bu ne demek istiyor) derlerdi. Abdüllah ibni Abbas “radıyallahü anhümâ” ba’zan bana sorarlardı diye, bunu haber veriyor. Adalet sâhibi olan Allahü teâlâ, sâdık olan, canla başla hizmet eden mü’minleri, münafıklardan ayırarak, Muhammed suresinin onaltıncı âyetini gönderdi. Bu ayet-i kerîmede meâlen,( Onların kalblerini Allahü teâlâ mühürledi...) buyuruldu. Eshâb- ı kiramı da, bundan sonraki ayet-i kerimede hidayet ve necat ile müjdeledi. Sa’îd bin Cübeyr“ radıyallahü anh” diyor ki, Muhammed suresinin yirminci ayetinin,( Kalblerinde hastalık olanları gördün) meali, münafıkları açıkça göstermekdedir. Çünki, üç dürlü kalb vardır: Biri, mü’minin kalbidir. Temiz ve sevgi ile Allahü teâlâya bağlıdır. İkincisi kâsî ve ölü kalbdir. Kimseye acımaz... Üçüncüsü, hasta olan gönüldür. Hastalık, münafıklık hastalığıdır. Allahü teâlâ, bu üç kalbi de, Hac suresinin ellibirinci ayetinde bildiriyor. Bu üçden, ikisi azâbdadır. Biri, kurtulucudur. Mü’minin kalbi selîmdir. Allahü teâlâ,kalb- i selîmi medh ve senâ buyuruyor. Şü’arâ suresinin seksensekizinci ayetinde meâlen, (O gün, mal ve çocuklar fâide vermez. Yalnız, kalb- i selîm ile gelen fâidelenir) buyuruldu.
Benî Anber kabîlesi kâfir idi. Bunları, Eshâb- ı kirâm hazretlerinin sırasına koymak, akl ile de, ilm ile de pek yanlışdır.
Bedr gazasına gelince, sizin de, bizim de, kitâblarımızda açıkça bildirildiği üzere, Enfâl suresinin birinci ayetinde bildirildiği gibidir.
Huneyn gazvesindeki dağılmak da, kaçmak değildir. Bir tedbir, bir harb oyunu idi. Her savaşda, ilerleme olduğu gibi, ba’zan çekilme de olur. Bununla beraber, bu dağılanlar, Eshâb-ı kiramın büyükleri değildi. Birkaç ay önce, Mekkenin fethinde, âzâd edilmiş olan esirlerdi. Sonunun zafer olacağı belli idi. Hattâ bu çekilmenin zafere yol açdığı, Tevbe suresinin yirmiyedinci âyetinin, (Sonra, Resûlüne ve mü’minlere sekîne indirdi) meâl- i şerîfi ile bildirilmekdedir. Resûlullah“ sallallahü aleyhi ve sellem” bunu bildiği için, o gün dağılanlara, sonra hiçbirşey söylemedi. Hiçbirine darılmadı. Bizim dil uzatmamız, doğru olur mu? Şî’î fırkasının âlimlerinden Ebülkâsım şî’înin (Kitâbüşşerâyı’) risâlesinde (Ölüm ve helâk tehlükesi olduğu zemân muhârebeden kaçmak câizdir) denildiğine göre, Huneyn gazâsında çekilen Eshâba“ radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” dil uzatmamak lâzım gelmez mi?
Uhud gazasındaki firâr ise, yasak edilmeden önce idi. Allaha teâlânın bunları afv buyurduğu, Âl-i İmrân suresinin yüzellibeşinci ayetinde bildirilmektedir.
Âl- i İmrân suresinin yüzelliüçüncü âyet- i kerîmesinden önceki( Allahü teâlâ, sizi afv etti) meâlindeki müjdenin, bu sonraki âyete bağlı bulunduğunu her tefsîr bildirmektedir.
Tevbe suresinin otuzdokuzuncu ayetinde mealen,( Ey iman edenler! Cihada gidiniz denildiği zaman, size ne oldu?) buyruldu. Bu meâl, Eshâb- ı kirâmı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kötülemek, azarlamak değildir. Gevşek davrandıkları, kendilerine haber verilmekdedir. Hepsine bildirilmekdedir. Bunların arasından hazret-i Ali’nin “radıyallahü anh” ayırd edileceği bildirilmemişdir.”
Söz konusu kitabın tamamı internet sayfalarından bulunabilir. İbret verici bir kitaptır. Bunların kaç yüzlü olduğunu bu kitapdanda görebilirsiniz. Kitabın Adı “Hucceci Katiye”
Sahabe hayatı incelendiğinde ashabın büyük bir çoğunluğu fitnelerden uzak kaldığını görürsünüz. Bu konu ile ilgili Ebu Eyyub es-Sicistânî, İbn-i Sîrin'in :
“Fitne şiddetlendiğinde Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı onbin kişi civarındaydı. Bu fitneye yüz kişi katılmamıştır. Belki de otuz kişiyi bulmamıştır.” dediğini naklediyor. Bunu yaşadığı bölgede takvasıyla tanınan ve övülen Muhammed b. Sîrin söylüyor. Mansur b. Abdurrahman, Şa'bî'nin şöyle dediğini naklediyor:
“Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabından Ali, Ammar, Talha ve Zübeyr'den başka hiç kimse Cemel Vakası'na katılmamıştır. Beşincisini isbat edebilirlerse ben yalancıyım.” Dediği görülmektedir. . Abdurrahman b. Ebi Leyla:
“Bedir'e katılan yetmiş kişi Sıffin olayına katılmıştır.” Demesi üzerine Şube'de:
“Vallahi yalan söylüyor” demiştir. Şu'be devamla şöyle diyor:
Ben ve El-Hakem b. Uteybe el-Kufî bu konuyu araştırdık. Huzeyme b. Sabit'den başka Bedir ehlinden hiç kimsenin sıffine katılmadığını tesbit ettik.” Bu da Sıffine katılan ashabın çok az olduklarına delalet ediyor.

Bu konu ile alakalı son söz şu söylenebilir sahabenin yüceliklerinde şüphe etmek Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve İslâm’ın, kemalinden şüphe etmekten başka bir şey değildir. Bunun başka bir şey ile izahı yoktur.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder